Müsaadenizle...
08/04/2024
Rasıh Reşat
Bayram yaklaşıyor. Hatta yarın Arife. Ben müsaadeniz olursa biraz dinleneceğim. Kafamı toplayacağım. Kendimi tartacağım. Düşüneceğim.
Bunları yapmak için ise Türkiye’ye değil, İstanbul’a değil, Kadıköy’e gideceğim.
Kendimi orada yeniden bulacağımı biliyorum gibi. Yorgunum gerçekten.
‘Yahu ne yapıyorsun. Bir yazı yazmakla insan yorulur mu?’ dediğinizi duyar gibiyim.
İnanmayacaksınız ama yorulur.
Her gün her gün ne yazacağını bulacak önce.
Konu ilginç olacak. Toplum yararı olacak.
Diyelim ki konu bulundu. Memlekette konu çok. Gazetecilik cennetinde yaşıyoruz resmen. Ama her konu öyle her istediğiniz şekilde yazılamaz.
İşte bu noktada, çoğunun unuttuğu, birçoğunun ise hiçbir zaman haberdar olmadığı bir konu devreye giriyor. Gazetecilik, kuralları ve etiği.
Konuyu bulduk ya. Her yerden bilgi akıyor zaten. İşte o bilgi, kötü niyetlilerin sizi kullanmaya çalışıp birini kötülemek için alet edilmeniz için mi geldi yoksa gerçekten doğru bir bilgi mi? O soruya yanıt bulmak için uğraşmak lazım. Teyit lazım. İspat lazım. Dedikodunun bilgiye dönüşmesi için gerekli unsurların yerli yerine oturması lazım. Of çok yorucu.
Onları da tamamladık mı.
Ondan sonra da sıra adil olmaya geliyor. Adalet herkese lazım diyoruz ya. Evet herkese lazım. Birisinin hakkını yememek için, haksızlık etmemek için, onun tarafından da meseleyi anlamak için biraz daha çalışmak lazım geliyor.
Kararı yazanın değil okuyanın vermesi için gerekli bütün bilgilerin sunma görevi önemli ve ağır bir görevdir. Yorar insanı.
Ha bir de işin yasal boyutu var. Gazetecilerin işlerini yaparken tabi oldukları yasalar var. Etik ve ahlak kurallarından bahsetmiyorum. Onlar da var elbet ama ceza yasalarından tutun, Bankacılık, sigortacılık gibi sektörleri düzenleyen yasalar gazeteciyi birtakım sınırlar içerisine sokuyor. Özel hayat, iftira ve hakaret ile ilgili düzenlemeleri de ekledikten sonra gerçek gazetecinin nelerle baş etmek zorunda olduğunu görüyorsunuz. Bir yazı, haber ya da yorumun üretilmesinde ne denli emek olduğu biraz daha anlaşılır halde gelir.
Ha tabi ki bir de Türkçe bilmek lazım. Öyle ‘ilkokulda kompozisyonum iyiydi, gazeteci oluverdim’ diye yapılamıyor bu işler diyeceğim ama Bayramlık ağzımı açmış olurum yine. Gerek yok.
Tabi yazıyı yazdıktan sonra iş bitmiyor ki.
Yayınlanan yazıyla ilgili tepkiler gelir. Size yakın kişilere seni şikayet etmeler başlar. Sonra sana baskılar gelir. Çok sık olmasa da tehditler gelir gider. İçerik önemsiz hale getirilip, ‘Bunu sana kim yazdırdı biliyoruz’ ya da ‘bunu neden yazdığını biliyoruz’ veya ‘kime hizmet ediyorsun’ soruları sorulur. Onunla kalınmaz, ‘Hain’, ‘şu düşmanı bu düşmanı’ , ‘yalaka’ gibi sıfatlarla da uğraşırsınız.
Olumlu tepki verenler bile korktuğunuzdan mı yoksa satın alındığınız için mi daha fazlasını yazmadığınızı sorarlar. ‘teyit edemedik’ ya da ‘belgeye güvenmedik’ cevabınızı duymak bile istemezler. Sonra dönerler, sizin mesleği kirletiyor diye tepki verdiklerinizi size örnek gösterirler. Üzülürsünüz.
Evet yorgunum. Müsaadenizle biraz dinleneceğim.
Herkese mutlu bayramlar.
- Evet sevgili Cenk, yine bir veda....
- CTP yankı odasından çıkıyor sanki
- Bir türlü Yeniden Dövüş Partisi olmuyor
- Bugün başka yürüyüşüm var Serhat’ım
- Şenkul, tabela, Kızılyürek ve Dilan Polat
- Yolsuzluk algımız yüksek ama eksik
- AAA Plaka yakın gibi duruyor
- Böyle savaş mı olur kardeşim?
- Diplomagate sonrası akademik gaza gelme duygusu
- Et alkışı ve kör tuttuğunu öper ekonomisi
- TÜM YAZILARI için tıklayınız