Uğurlar olsun Uğur Abi
21/12/2023
Rasıh Reşat
Yazılıp çizilenlere göre Türkiye’de cenazeyi alkışlama ilk kez Uğur Mumcu’nun cenazesinde görüldü. Öldürülmesi ve onun arkasındaki karanlık güçleri protesto etmek için alkışlanmıştı üstadın cenazesi.
Ondan sonra ağırlıklı olarak sanatçı ve yazarların cenazesinde, dini tören sonrası alkışlamak bir gelenek haline geldi. Bu gelenek dini olarak pek kabul görmese de artık var.
İtalyanların geleneği olduğunu ve İtalyanların ölülerinin arkasından bu dünyada başardıklarını kutlamak için alkışladıklarını okumuştum bir yerlerde.
Ama bizler İtalyanlardan farklı olarak, her defnettiğimizi alkışlamayız. Sadece özel olanları.
Özel bir cenaze törenindeydim bugün. O da alkışlandı giderken. Uğur Mumcu değil, Uğur Karagözlü’yu uğurladık avuçlarımızı patlatıp, göz pınarlarımızı boşaltırken. Alkışlarla gitti.
‘Neticede bir kamu görevlisiydi. Enformasyon Dairesi Memuru, Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü, Basın Ataşesi. Alkış da neyin nesiydi?’ diye sorabilir Uğur Karagözlü ile hiç yolu kesişmeden cenazesinde bulunan.
Ama onu tanıyan, seven ve alkışlayan bizler, onun son derece özel olduğunu ve alkışı fazlasıyla hak ettiğini biliyorduk.
Kullandığı her iki dilde oyum buyum diyen her edebiyat ustasına ‘dur şunda’ diyebilecek bir kalemi, birçok fotoğraf ustasını düşündürecek bir gözü vardı Uğur Karagözlü’nün.
Bir facebook paylaşımına bile bir roman ya da kısa öykü tadı verebilen gizli bir ustaydı.
Sanatçı kimliği alkışı hak etmesine yeter de artarken, cenazesinde alkışı siyasetçilerden, sıradan insanlardan, onu sevenlerden, yaydığı neşeden nasibini alanlardan, dostlarından, sevdiklerinden aldı.
İsim vermeyeceğim ama en sağdan en sola yayın yapan ve yazanlar Uğur Karagözlü’nün özleneceğini söylüyor ve üzüntülerini belirtiyorsa ötesi var mı?
Ben Uğur Karagözlü’yü Cumhurbaşkanlığı’nda tanımıştım. Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın Özel Kalem Müdürü olduğu yıllarda. Denktaş’ın her söylediğinin manşet olduğu ve Denktaş’ın hep gazetelerin ne isteyeceğini bilircesine manşetlik laflar ettiği zamanlardı.
O zaman Saray’da nizamiye, bariyer falan yoktu. Elini kolunu sallaya sallaya Saray avlusuna girilirdi. Ahali ile Denktaş arasındaki tek bariyer de Uğur Karagözlü idi.
Şimdiki Özel Kalem Müdürleri gibi saçı başı dağılmaz, Başkanın rastgele verdiği randevular karşısında paniğe kapılmaz, sakin sakin düzeni sağlardı.
Sonra kapının önünde bekleşen biz gazetecilere, ‘ne var be gene’ diye sorar, başıyla Başkan’ın müsait olduğunu girebileceğimizi işaret ederdi.
O dönemde ben yirmili o ise otuzlu yaşlardaydı.
Sonra Londra’da yolumuzu kesişti. O bu sefer KKTC Londra Temsilciliği Basın Ataşesi olarak görev yaparken, biz yine gazeteciydik.
Ben otuzlu o da kırklı yaşlardaydı bu sefer.
Akabinde ikimiz de farklı farklı gerekçelerle ülkeye döndük. Yine yolumuz bir İngilizce yayında kesişti. Ben yazı istedim o gönderdi. Annesini kaybedişini yazdığı İngilizce yazıyı 20 kere okumuş, her defasında gözlerim dolmuştu.
Kalemi çok güçlüydü dedim ya. Yazar olmak isteyeni, yazarlık yapanı kıskandıracak kadar. Çok iyi bir insandı, iyi insan olmak isteyen ve herkes tarafından sevilmeyi düşleyen birisini kıskandıracak kadar. O Uğur Karagözlü idi, güzel bir insan olmak isteyen ve cenazesinde bir alkış kopmasını isteyen herkesi kıskandıracak kadar.
Uğurlar olsun Uğur Abi
- Evet sevgili Cenk, yine bir veda....
- CTP yankı odasından çıkıyor sanki
- Bir türlü Yeniden Dövüş Partisi olmuyor
- Bugün başka yürüyüşüm var Serhat’ım
- Şenkul, tabela, Kızılyürek ve Dilan Polat
- Yolsuzluk algımız yüksek ama eksik
- AAA Plaka yakın gibi duruyor
- Böyle savaş mı olur kardeşim?
- Müsaadenizle...
- Diplomagate sonrası akademik gaza gelme duygusu
- TÜM YAZILARI için tıklayınız