Önce siyasi irade sonra protokol

ads ads ads ads
04/04/2019

ads

Birikim Özgür Birikim Özgür


Devlet 2018 yılını 5 milyar 502 milyon 379  bin 943 TL giderle kapattı.

Bu giderlerin yüzde 91,14’ü yerel gelirlerden karşılandı.

Sadece yüzde 8,86’sı Türkiye Cumhuriyeti’nin sunduğu yardım ve kredilerle finanse edildi.

2018 bütçesiyle kıyaslandığında yıl içerisinde giderlerde yüzde 6,24 kesintiye gidildiği anlaşılıyor.

Bir önceki yıldan devirler hariç bütçede öngörülen Türkiye yardım ve kredilerinin sadece yüzde 39,64’ünün gerçekleşmiş.

Yani dış finansmana erişimle ilgili sıkıntılardan dolayı yerel gelirlerde yüzde 11,39 artış yaşandığı halde giderler azaldı, bütçede öngörülen harcamalar yıl içinde hayat bulamadı.

Daha ilginci ise 500 milyon TL’nin üzerinde artan yerel gelirlerin dış finansman açığını ikame etmek yerine bazı cari harcama kalemlerinde kullanılmış olmasıdır.

Bu durum önceliğimizin altyapı yatırımlarını veya ekonomiyi büyütecek programları finanse etmek olmadığını gösteriyor.

Bu çağdışı yönetim anlayışının temelinde siyasi bir olgu var:

Devlet siyasi ve ekonomik gelişmeler karşısında toplumun esenliği ve ekonomik yapının sürdürülebilirliği lehine hızlı kararlar üretemiyor.

Bina benzetmesinden hareketle ülkedeki siyaset anlayışını temeli sağlam olmayan bir binayı güzelleştirme çabası olarak nitelendirmek mümkün.

Halbuki temeli sağlam olmayan bir bina yıkılmaya mahkumdur.

Yerel gelirler artarken dış finansmana erişimde sıkıntıların yaşandığı 2018 yılında mevcut hükümet depremle sınandı.

Tabiri caizse bina yan yattı ancak hükümet binanın temelini güçlendirmektense balkona saksı çiçeği ekerek binanın dış görünümünü güzelleştirme derdinde.

Yapısal sorunlar yıllardır görmezden geliniyor.

Kur krizi halının altına süpürülen sorunları gözler önüne serdi.

Ağustos ayında yaşanan krizin ardından Başbakan ilk kez yapısal reform vurgusu yaparak “krizi fırsata çevirebiliriz” diyenleri heyecanlandırmıştı.

Fakat bir programla bu söylemin içi doldurulmadı.

Adeta cımbızla çekilerek söylemsel bazda kamu reformu ve yerel yönetimler reformu üzerinde duruldu.

Sanki niyet yapısal reform yapmak değil daha ziyade göz boyamaktı.

2019 yılına girilirken Türkiye ile imzalanacak protokol yapısal reformlar için bir beyaz sayfa olabilirdi.

Bu dönemeç hükümet açısından sürekli orta sahada top çevirmek yerine ülkede sistemi düzeltmek için yapılması gerekenlerin net olarak ifade edileceği ve reformların sahiplenileceği yeni bir sürecin başlangıcı olabilirdi.

Tam tersine öyle manevralar yapıldı ki Türkiye’ye adeta “gel birlikte orta sahada top çevirelim” teklifi ile gidilmiş oldu.

Protokolün süresini üç yıldan bir yıla düşürme meselesi bu teklifin en somut hali idi.

Zaman tahdidini ön plana çıkararak yapısal reformların en can alıcı unsurlarının protokolden ayıklanması hedefi güdüldü.

Burada anlaşılması gereken şey şudur:

Bu memleket bizim ve biz yöneteceğiz!

Ülke bizimse, sorunları da sorunları çözme sorumluluğu da bize aittir.

Orta sahada top çevirebilecek durumda değiliz.

Sorunların çözüm önerilerini hiçbir sorgulamaya mahal bırakmayacak biçimde bizim hazırlamamız şarttır.

Kıbrıslı Türklerin sürekli kaçacağı Türkiye’nin de sürekli kovalayacağı bir dış yardım mekanizması günümüz dünyanın gerçekleri ile örtüşmemektedir.

Özellikle sünger operasyonundan sonra bol para dönemi kapanmıştır.

Bundan böyle Türkiye açısından boşa harcanacak tek bir kuruş dahi söz konusu olamayacaktır.

Sorunların çözümüne ilişkin günümüz dünyasında AB değerleriyle de özdeşleşmiş kamu-özel işbirliği gibi birtakım uygulamaları büyük bir günah gibi topluma pazarlayanlar bana göre ülke sevgisinden yoksundur.

Bu çevrelerin “kamuyu güçlendirip bu işleri doğru düzgün yapalım” demek yerine reformlara cepheden karşı çıkmalarının altında yatan kök neden uzun yıllar içerisinde topluma dayatılan yavru kültürüdür yani edilgenliktir.

İç siyasette orta sahada top çevirerek bu kültürle başa çıkmamız mümkün olamayacaktır.

Kimse kusura bakmasın ama geçtiğimiz 10 yılda top çevirme taktiğinden medet umanlarla mevcut düzenden nemalananların müthiş bir işbirliğine ve yarattıkları ortak cephe ile ülkede değişimi savuşturmalarına tanıklık ettik.

Ülkeyi yönetme iddiasındaki siyasi partilerin artık bu kültürle hesaplaşmaları ve bu kültür karşısında konumlanmaları gerekiyor.

Ülkeyi iyi yönetme iddiasındaki bir hükümetin de statükoyla yüzleşmesi ve siyasi irade geliştirerek gücü oranında bir mücadeleye girişmesi gerektiği gün gibi ortadadır.

Bu memleket bizimse, bu kavga da bizimdir ve bu kavgayı hiç Türkiye’yi de araya karıştırmadan kendi içimizde vermek gibi bir ödevimiz vardır.

“Biz kendi ülkemizin kaynaklarını verimsiz kullansak dahi Türkiye bizim bütçe açığımızı kapatmak zorundadır” mantığının sonu “gidin protokolü Türkiye’ye sorun” kolaycılığıdır.

Madem bu kadar cesursunuz gerekli tedbirleri alıp artan yerel gelirlerin daha ulvi amaçlar için kullanılmasını sağlasanıza.

Bunu yapmayıp özel sektörden ne karşılığı alındığı belirsiz avanslarla gemiyi yüzdürmeye çalışmanın siyasi varlığımızı sonlandıracak denli vahim, kamu gücünü sıfırlayan çok büyük bir skandal olduğunu göremiyor musunuz?

Mevcut hükümet kavgaya yeterince sarılmadığı için bugün birtakım sıkıntılarla karşı karşıyayız.

Yavru kültürünü aşamadığımız sürece protokolün adı dahi sıkıntı sebebi oluyor çünkü sorumsuzluğu besliyor, siyasetçileri tedbir almaktan alıkoyuyor, ataleti besliyor.

Geleceğe güvenle yürüyebilmek için memleket aşkı, sistem bilinci ve siyasi irade olmazsa olmazdır.

04/04/2019 12:33
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: Önce siyasi irade sonra protokol, birikim özgür
MANŞETLER

HK Birikim Özgür

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.