“Yol yoksa seyrüsefer da yok” kampanyası dikkat çekti

ads ads ads ads
04/01/2020

ads

Birikim Özgür Birikim Özgür


Annan planının reddedilmesiyle Kıbrıslı Türkler sudan çıkmış balığa döndü.

“Var ama yok” bir sistemle hayatımızı idame ettirmek zorunda olduğumuz koşullar daha uzun yıllar devam edecekti.

Avrupa Birliği önerdi:

“Boş oturmayın… Sisteminizi çözüm ve AB üyeliğine hazırlayın”…

Tüzükler ve Müktesebata Uyum Programı üzerinde çalışılmaya başlandı.

Ancak “dış yardım” denilince ilk akla gelen hala Türkiye ile ilişkilerdi.

Türkiye ile anlaşıldı:

Kendi kendine yeten bir sisteme geçiş için birlikte çalışılacaktı.

CTP bu iki dış faktörle etkileşimleri toplumsal ihtiyaçlarla sentezleyerek vizyonunu somutlaştırdı:

“Kıbrıs’ta karşılıklı kabul edilebilir federal bir çözüme ve barışa hizmet edecek sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı yaratmak”…

Bu vizyon kısa sürede halkın vizyonuna dönüştü ve halktan destek gördü.

Özellikle CTP vurgusu yapıyorum çünkü diğer partilerin bu vizyon üzerinde kafa yorup içselleştirdiğini düşünmüyorum.

Acı gerçek ise şu:

Söylemden eyleme geçiş noktasında Kıbrıs Türk halkı bir türlü eşiği aşamadı.

Teknik yönüyle “geliri kadar harcayacak, harcamalarını toplumun ihtiyaçlarına göre önceliklendirebilecek, yapısal reformlarla kendini geleceğe hazırlayabilecek bir sistem” siyaseti hiçbir zaman iktidar olamadı.

2004 sonrası süreçte bu bağlamda pek çok siyasi deneyim yaşadık.

2009’da bütçe açığı krizi nedeniyle erken seçime gittik.

Yapısal reformlara odaklanılamadığından 2013’te tekrardan erken seçime gidildi.

2013 sonrası süreçte de “devlet geliri kadar harcasın, reformlarla sistemin önü açılsın, halk hizmet yüzü görsün, devletin gelirleri artsın ve kamusal hizmetler gelişsin” anlayışı bir türlü siyasetin merkezine yerleşemedi.

2004 sonrasında oluşan toplumsal vizyon doğal olarak zaman aşımına uğrayıp sönümlenmeye başladı.

AB ile ilişkiler cılızlaştıkça cılızlaştı.

Türkiye ile birlikte kotarılan hiçbir program siyaset tarafından sahiplenilmedi.

Gerek AB’nin gerekse Türkiye’nin sütten çıkmış ak kaşık olduğunu kimse iddia edemez ama tüm bu karmaşık süreçlerde aktif şekilde yer alan siyasilerin şu veya bu şekilde toplumsal vizyona hizmet edemediği de gün gibi ortada.

Kimimiz “çelik disiplinle” mali disipline ve yapısal reformlara sarıldı, kimimiz siyasi kariyer hesaplarıyla reform karşıtı odakların sözcülüğüne soyundu.

Ama günün sonunda liderlik mevhumu ciddi şekilde tahribata uğradı.

Gelinen aşamada memleket de siyaset de allem, kallem.

Şu tespiti yapmak mecburiyetindeyiz:

2010’da Mehmet Ali Talat Cumhurbaşkanlığı seçimini kaybettikten sonra bu toplum lidersizlik ve kaos dönemine girdi.

“Kıbrıs’ta karşılıklı kabul edilebilir federal bir çözüme ve barışa hizmet edecek sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı yaratmak” lidersiz olabilecek bir iş değildi.

Kimse Cumhurbaşkanının Anayasal yetkileri masalına sarılmamalı.

Sözü edilen toplum liderliğidir, toplumun vizyonunu temsil etme görevidir.

Siz eğer çözüme hizmet etme güdüsüyle üçüncü tarafların gözüne girmeye çalışırken Türkiye’yi karşınıza alırsanız dış yardımlara ilişkin sıkıntılar baş gösterir, sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı yaratma süreci sekteye uğrar.

Siz eğer dış yardımlara ilişkin sıkıntı yaşanmasın diye Türkiye’nin gözüne girmeyi tek marifet bellerseniz bu sefer de sadece toplumsal vizyonun çözüm bacağı havada kalmaz aynı zamanda iç dinamikleri de öldürürsünüz ve yine sürdürülebilir bir toplumsal ve ekonomik yapı yaratma sürecini sekteye uğratırsınız.

Liderlik eksikliği çok ciddi sorunlara yol açıyor.

Bugün itibariyle Kıbrıs Türk halkı vizyonsuz, nereye gittiğini bilmeyen, yarınını kestiremeyen, umut edemeyen, bir hedefe odaklanamayan, bir şeyleri başarmak için çaba sarf etmeyen, üzerine ölü toprağı serilmiş bir halk konumundadır.

Ve halk isyan noktasına gelmiş durumda.

“Ödediğimiz vergiler hizmete dönüşmeyecekse biz de vergimizi ödemeyeceğiz” demeye başladı.

Ben yine de “çare demokrasidir” diyorum.

Önümüzde Cumhurbaşkanlığı seçimi var.

Halkın hassasiyetleri üzerinden politika devşirip yelkenlerini doldurma anlayışıyla kaostan kaosa sürüklendiğimizi yaşayarak öğrenmiş olmalıyız.

Halkın isyanını okuyabilecek, toplumsal ihtiyaçları gidermek için meseleleri teknik yönleriyle de kavrayıp dengeli bir şekilde halka ve kabineye anlatabilecek, siyasi istikrarı ve toplumsal seferberliği programının odağına yerleştirebilecek bir öncüye ihtiyacımız var.

Öyle bir aşamaya geldik ki hem bizi bize anlatabilecek hem de sesimizi dünyaya duyurabilecek bir liderle yola devam etmek mecburiyetindeyiz.

Ancak bu sayede “yol yoksa seyrüsefer da yok” ve benzeri haklı isyanların toplumsal fayda üretebileceğini düşünüyorum.

04/01/2020 16:05
Bu habere tepkiniz:
Habersiz kalmamak için Telegram kanalımıza katılın
ad
ad
TAGS: birikim özgür, haber, kıbrıs, “Yol yoksa seyrüsefer da yok” kampanyası dikkat çekti
MANŞETLER

HK Birikim Özgür

© 2024 Haber Kıbrıs Medya Danışmanlık ve Matbaacılık Ltd.